Terzi Kusto
Terzi Kusto bir gün, yeni diktiği elbiseyi Efendi üzerinde prova ederken, Yahya Efendi: -Kusto Usta! Elbisenin yenisi mi iyidir, eskisi mi? Ne dersin demiş. Terzi Kusto: Bu ne sözdür Hazretim? Her şeyin yenisi iyi olur elbet tabii. Niye sordunuz anlayamamışım, diye cevap verince, Yahya Efendi, gülümseyerek: Anlamışsın anlamışsın da, anlamamış gibi yapıyorsun. Bazılar aynı şeyin hep eskisinde ısrar ederler nedense. Sözgelimi sen. Senin de eskimiş giysilerin ama hala yenilemiyorsun. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş, senin söküğünü de biz dikelim, ne dersin, demiş. Bu çok zarif, çok manidar soru karşısında Terzi Kusto şöyle bir kaykılarak, heykel gibi donup düşündükten sonra: -Anlamışım Hazretim, anlamışım, umarım geç kalmamışım, demiş. Yahya Efendi. -Niye geç kalacaksın? diye sorunca, Terzi Kusto: -Çürüyen giysi yama tutmaz Hazretim, demiş. Yahya Efendi de: -Sana yamadan söz eden kim, yeniden söz ediyorum ben sana yeniden. O sırda provasını tamalayan Terzi Kusto: -Tamam Hazretim, elbiseniz bana göre tamam. Sizin bir şikayetiniz var mı? Yahya Efendi: -Cebi yok mu bu elbisenin Kusto Usta? diye sormuş. Terzi Kusto: -Aaaa! Olmaz mı Hazretim. Var elbet fakat dikişlerini sçkmeyi unutmuşum, diyerek, cep ağızlarının dikişlerini sökünce, cebin içinden bir kese altın çıkmış. Bu duruma çok şaşıran Kusto, ne diyeceğini, ne edeceğini bilmez bir halde kıvranırken, Yahya Efendi: -Ne kıvranıp duruyorsun Kusto Usta? O altınlar senin. Sana ait, demiş. Terzi Kusto: -Hayır Hazretim, ben koymadım anları oraya, deyince, Yahya Efendi. -Elbette sen koymadın Kusto Usta. Bize ait hiçbir şey yok ki zaten. Her şey onun. Senin hazineni bizim cebimize koymuş, onu sen bizim elimizden alacaksın demekki, diyerek, Kusto'nun elindeki keseyi Kusto'nun eline sıkıştırırken şunu ilave etmiş: Gönül ceplerinin dikişlerini söktüğün zaman, asıl hazineyi orada bulacaksın, deyince, Kusto: -Tamam Hazretim tamam. Ben de oldum Müslüman. Ama, para için değildir. Gönlümün cepleri açıldı şu an, diyerek Yahya Efendi'nin ellerine kapanmış.
Kaynak: Yahya Efendi, Mustafa Özdamar, Kırk Kandil, 1997 |