Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Aralık 2010, 22:09   #1
Hande
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Birleşmiş Milletler kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi bildirgesi (!)




Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu öğretim görevlisi Emre Yanıkkerem ve Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Aynur Saruhan “kadına yönelik şiddet” konulu bir araştırma yaptılar. İzmir’de, 345 kadınla yapılan bu araştırma, özellikle aile içi şiddetin yaygın şiddet bir türü olduğuna işaret ediyor ve şiddete maruz kalan kadınların profilini değerlendirerek şiddetin önlenmesine yönelik çözüm önerileri de sunuyor. Araştırmanın çarpıcı sonuçlarından biri, kadınların yüzde 8’inin kadının bazı durumlarda “şiddeti hak ettiğini” düşünüyor olması.

Aile içi şiddet, kendini aile olarak tanımlamış bir grup içerisinde; zorlamak, aşağılamak, cezalandırmak, güç göstermek, öfke gerginlik boşaltmak amacı ile bir bireyden diğerine yöneltilen şiddet davranışı olarak tanımlanabilmektedir. Kadına yönelik aile içi şiddet, kavram olarak, kadının kişiliğinin erkek tarafından fiziksel güç kullanılarak ya da korkutularak yıldırılmasıdır. Ancak, kadına yönelik aile içi şiddet prevelansı bazı gruplarda daha fazla görülmektedir. Eşinden boşanmış veya ayrı yaşayan, evini terk eden kadınlar, ekonomik ve eğitim seviyesi düşük kadınlar ya da erkeğin kadının eğitim seviyesinden düşük olduğu ailelerde, çocukluk döneminde şiddete maruz kalan kadın ve erkekler, çocuk sayısı fazla olan aileler, alkol, ilaç bağımlısı erkeklerin eşleri, daha önceden şiddete uğramış ve şimdi gebe olan kadınlar, aşırı derecede kıskanç ve paylaşımsız erkeklerin eşleri, düşük gelirli, azınlık gruplara mensup, işsizlik sorunu olan ailelerde eşe yönelmiş şiddet daha sıklıkla görülmektedir.


Bugünün anne babalarının geçmişteki dayak deneyimi, şiddeti bugüne taşımaktadır. Çocukların dövülmeden eğitilmesi önemlidir. Hamilelik döneminde de tüm faktörlerin yaşandığı görülmektedir. Hamilelik dönemindeki şiddet varlığı özel yasal durumlar olarak dikkate alınmalıdır. Birinci basamak sağlık çalışanlarına da büyük görevler düşmektedir. Şiddete maruz kalanların büyük bir bölümü yapacak fazla bir şey olmadığına inanmaktadır. Bu durum çaresizliğin kabulü anlamına gelmekte ve şiddete maruz kalanın pasif tutumuna yol açmaktadır. Aile içi şiddet konusundaki bilgilenmeye ek olarak kadınların sığınma ve geçim desteği hizmeti veren kurumlara destek sağlamak gerekir. Erkeğin alkol alması aile içi şiddeti artırmaktadır. Alkolün aile yaşantısı ve özellikle de şiddete yol açma boyutu iyice anlatılmalıdır.

Kadının para kazanabileceği bir işte çalışması ve erkeğin sürekli düzenli bir işe sahip olması halinde şiddet yoğunluğu düşmektedir. Kadını becerili ve üretken kılma çabaları ve projeleri desteklenmelidir. Evlilik yaşının uzaması ve eşlerin daha iyi eğitim görmüş olması şiddeti azalmaktadır. Kadının okullaşma oranının gelişmesine destek sağlanabilir.


Ülkemizde 8 yıllık eğitimin zorunluluğu bir yandan eğitim seviyesini yükseltirken diğer yandan da evlilik yaşını daha olgun bir döneme taşıyabilir. Sağlık çalışanlarının aile içi şiddet sorununa duyarlı olmaları gerekmektedir. Sağlık bakımı verenler, aile içi şiddetten şüphelendikleri zaman (fiziksel incinme, hastanın davranışları gibi) şiddete ilişkin soruları sormalı, empati ile yaklaşmalı, hastanın sırlarına saygı göstermelidir. Rutinde taramalar yaygınlaştırılmalıdır. Kitle iletişim araçları da aile içi şiddeti önlemek için bu konuya duyarlı davranabilirler. Ailenin yapabilecekleri ise büyük önem taşımaktadır. Çocuklarının önünde tartışma ortamı yaratmamalıdırlar. Çocukların kendilerine ve başkalarına saygı duymasını öğretebilirler. Çocuklarına vurmaktan kaçınabilir, onlara şiddet içermeyen disiplin yöntemlerini uygulayabilirler. Çocuklara şiddete başvurmadan tartışmaları nasıl çözebileceklerini öğretebilirler.
Kadına yönelik şiddetin nedenleri, sonuçları ve engelleyici etkinliğini incelemek için aile içi şiddetin değişik türlerinin yaygınlığına ilişkin araştırmalar yapmak, veri toplamak ve istatistikler oluşturmak; kadına yönelik şiddetin nedenleri, doğası, ciddiyeti ve sonuçlarına, uygulanan önlemlerin etkinliğine ilişkin araştırmaları teşvik etmek; araştırma bulgularını geniş ölçüde yaymak ve kamuoyuna sunmak önemlidir. Devletin de bu konuda duyarlı olması gerekmektedir. Şiddete maruz kalan kadınların ve şiddet uygulayanların rehabilitasyonu sağlanmalıdır. Kadınların kendilerine uygulanan şiddeti uygun bir şekilde açıklayabilmeleri için kurumsal mekanizmalar oluşturulmalıdır. 24 saat hizmet veren bir telefon ve eğitilmiş personel gereklidir. Dövülen kadınların çoğu polis, sağlık görevlileri, arkadaşlar, aile bireyleri gibi kişilerden yardım istediklerinde durumun ciddiye alınmadığını görmekte ve çaresizlik duygusuna kapılmaktadır. Bu kişilerin de gereken duyarlılığı göstermeleri önemlidir.



ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma”

Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi

Genel Kurul Kararı 48/104, 20 Aralık 1993



Kadına yönelik şiddet hakkındaki yayınladığı son raporunda Uluslararası Af Örgütü Türkiye’deki aile içi şiddeti incelemektedir. Raporda dayak yiyen, tecavüze uğrayan ve hatta bazen öldürülen aya da intihara zorlanan kadınların vakaları belgeleniyor. Kadınlara, kendi seçimlerini yaptıkları için uygulanan zulüm için bazen gelenek mazeret gösterilirken sorunun altında yatan neden ört bas ediliyor: hayatın her alanında görülen ayrımcılık.

Türkiye: Aile içi şiddete karşı mücadelede kadınlar (AI Index: EUR 44/013/2004) başlıklı rapor Uluslararası Af Örgütü’nün, tüm dünyada, servet, ırk, cinsiyet ve kültür ayrımı yapılmaksızın kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı hak ihlallerini belgeleyen ve kınayan Kadına Yönelik Şiddete Son adlı küresel kampanyasının bir parçası.

Raporda aileleri tarafından şiddete uğrayan kadınların hikayeleri anlatılıyor. (Bkz: Türkiye: Aile içi şiddet kurbanları, AI Index: EUR 44/022/2004). İhlal ve ayrımcılık doğdukları andan itibaren başlayabiliyor; ailelerin yeni doğmuş kız çocuklarını takas ediyor ve küçük kız çocuklarını zorla evlendiriyor. Rapor kadının çifte mağduriyet yaşamasına neden olan şiddet kültürünü de ortaya koyuyor: hem şiddet kurbanı olarak, hem de adalete etkin erişim olanakları olmadığı için. Örgütün Türkiye hükümetine tavsiyeleri, bütün kadınların şiddetten korunması için gereken reformlara ve bunların uygulanması ihtiyacına odaklanıyor.

EĞİTİM

Kadınların eğitim hakkının kısıtlanması, ve başta nasıl yaşayacaklarını seçme hakkı, şiddete uğramama hakkı ve adalete erişim hakkı olmak üzere, hakları hakkında bilgilere erişimlerini kısıtlamaktadır. UNICEF’e göre, Türkiye’de 640,000 kız çocuğu zorunlu ilköğretim almıyor. 15 yaş ve üzerindeki nüfusta kadınların %77’si, erkeklerin %93’ü okuma yazma biliyor. Kız çocuklarına oranla erkek çocukların ilköğretim sonrası okula gönderilme olasılığı daha fazla. Okul kitapları toplumsal cinsiyet kalıplarını, erkeği lider rollerde kadını ise ev işi yaparken göstererek pekiştiriyor.

Kız çocuklarını eğitimden mahrum etmek, diğerlerinin yanı sıra, ekonomik ayrımcılığın bir biçimini oluşturur. Siyaset dahil bütün iş sahalarında potansiyellerini yerine getirme şansları daha düşüktür.

Erkekler daha fazla maaş alıyor: kadınların maaşı erkeklerinkinin %20 - %50’si oranında. Mülklerin %92’si ve aile içi üretimin %84’ü erkeklerin. Kadınlar siyasette yeterince temsil edilmiyor. 2002 seçimlerinde, 550 kişilik mecliste 24 koltuk kadınlara ait.

ZORLA EVLENDİRME, KÜÇÜK YAŞTA EVLENDİRME VE ZORLA FAHİŞELİK

Zorla evlendirme, görücü usulüyle evliliğin aksine, “her iki tarafın geçerli rızası olmadan yapılan ve zor, zihinsel taciz, duygusal şantaj ve yoğun aile ya da toplum baskısı içerebilen her tür evlilik” olarak tanımlanmıştır. “En aşırı vakalarda bu evlilik söz konusu kişiye yönelik fiziksel şiddet, taciz, bu kişinin kaçırılması, alıkoyulması ve öldürülmesini de içerebilir.”

Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki çeşitli kentlerde yapılan bir araştırma, kadınların yüzde 45,7’sine kocalarının seçiminde danışılmadığını ve yüzde 50,8’inin rızaları olmadan evlendirildiğini ortaya koymaktadır. Zorla evlendirilen kadınların yaşları genellikle küçüktür. Ailelerinin seçtiği kocayı reddedenler şiddet ve hatta ölüm riskiyle karşı karşıya kalabilmektedir. Erkekler zorla evliliği cinsel saldırı, tecavüz ve kaçırma nedeniyle ceza almamak için kullanmaktadır. Ayrıca ya bilerek, ya da ihmal nedeniyle ailelerin kızlarını müstakbel bir kocaya satarken zorla fahişelik için pazarlanıp pazarlanmayacağı dikkate almadıkları vakalar bulunmaktadır. Bazı durumlarda ise aileler çocuklarını cinsel sömürüden koruyamamıştır.

Zorla ve küçük yaşta evlendirme uluslararası hukuk standartlarına ve Türk ceza hukukuna aykırıdır. Ancak, bu yasa bazı bölgelerde büyük oranda göz ardı edilmektedir.

ŞİDDET KÜLTÜRÜ

Türkiye, ülkenin güneydoğusunda Türk silahlı kuvvetleriyle silahlı muhalefet grubu Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında yirmi yıl süren çatışmadan yeni çıktı. Çatışma toplumları kutuplaştırdı ve parçalara böldü. İnsanların zorla göç ettirilmesi geçinme olanaklarını ortadan kaldırdı, tarım sektörünü erozyona uğrattı ve bölgedeki kalkınmayı durdurdu. Kurumsallaşmış bu şiddet bağlamında, Güneydoğuda kadınlara karşı hem aile içi hem aile dışında işlenen suçlar dikkate alınmamış ve büyük ölçüde cezasız kalmıştır. Ancak aile içi şiddet Türkiye’nin herhangi bir bölgesiyle sınırlı değildir; ülkenin her yerindeki kadınların yüzyüze kaldığı bir durumdur.

Kadının özgürlüğü çoğunlukla cinselliğini kontrol etmek amacıyla kısıtlanır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bir çok farklı çeşitlemeyle varlığını sürdüren geleneksel sözde “namus” kalıplarına göre kadınların hal ve tavırları ailenin “şerefini lekeleme” konusunda en büyük potansiyeli taşır. Topluluk içinde bu kalıpları dayatmak amacıyla ölüm ya da şiddet tehdidi kullanılabilir. Birçok kez ölümler bildirilmemektedir; cinayetler intihar gibi gösterilerek aileler tarafından örtbas edilmekte ve kadınlar intihara zorlanmakta veya teşvik edilmektedir.

Yetkililerin kadınların şiddet yoluyla öldürülmelerini ayrıntılı olarak soruşturmadaki alışılmış yetersizlikleri, bu tür suçları izlemek ve kaydetmek için yapılan her türlü girişimi boşa çıkarmaktadır.

Bu inanç sistemini benimseyen toplumlarda yaşayan kadınlar, cinsel şiddete karşı serbestçe konuşmakta oldukça zorlanırlar. Cinsel saldırıları ifşa ederlerse, “özel” konuları mevzu etmelerinden dolayı “utanılacak biri” gibi görülürler ve belki de kendilerine “suçlu” gibi bakılabilir. Tacizle ilgili kanıtlar ne olursa olsun bu töhmet bir biçimde yine kadının üstünde kalır. Atfedilen bu töhmetle aynı fikirde olmayan kişiler bile, kamuoyunun zorlamasıyla kadını “cezalandırma” zorunluluğu hissedebilirler. Tüm ailenin geçimi etkilenebilir; örneğin “aile namusunu temizlemeyen” bir dükkan sahibinin müşterilerini kaybedebilmesi gibi.

Uygulamada “namus” kavramı, kadınlara yönelik geniş bir yelpazede yer alan şiddet suçlarının haklı gösterilmesi için kullanılacak bir ölçüye indirgenmiştir. Kadınlar sırf tecavüz kurbanı oldukları için evlerine hapsedilebilmekte, dışlanmakta ve öldürülmektedirler.

MAZERET DEĞİL TELAFİ

Adalet mekanizmalarına erişebilmesi ve şiddetten korunması gereken kadınların önünde sayısız engeller bulunmaktadır.

Polis memurları çoğunlukla, görevlerinin kadınları eve dönmeye ve barışmaya ikna etmek olduğuna inanmakta ve kadınların şikayetlerini soruşturmamaktadır.

Çeşitli nedenlerle birçok kadın resmi şikayette bulunma olanağına sahip değildir.

Yetkililer ayrımcı tavırlar sergilediklerinde, kadın haklarını savunmada sınıfta kalırlar ve kadınlara yönelik şiddeti olduğundan daha önemsiz göstererek kadınların karşı karşıya olduğu riskleri artırırlar.

Eşleri ya da akrabaları tarafından öldürülme riski altında olan kadınlara nadiren sığınak ya da mahkemeden koruma emri almaları için yardım sağlanmaktadır.

Güvenlik güçlerine duyulan güvensizlik de, devletten koruma ve destek arama konusunda kadınların cesaretini kırmakta ve kadınlara yönelik şiddetin görünmez bir suç haline gelmesine katkıda bulunmaktadır.

Sığınma evleri son derece yetersiz sayıdadır.

Bir çok vakada yetkililer, ev içi şiddet faillerinin uluslararası adil yargı standartlara uygun bir şekilde yargı önüne çıkarılmasını sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Ceza yargı sisteminin her düzeyinde, yetkililer kadınların aile içi şiddetle ilgili dayak, tecavüz, cinsel saldırı, taciz ve diğer şiddet biçimleriyle ilgili şikayetlerine vaktinde ya da özenli bir biçimde yanıt vermemektedir.

ŞİDDETE MEYDAN OKUMA

Türkiye’nin hemen her yerindeki sayısız kadın hakları grupları ve hükümet-içi ve hükümet-dışı diğer hak örgütleri, son yıllarda merkezi hükümetin eskimiş yasalarda reform yapması yönünde başarılı bir lobi faaliyeti yürüttü. Bütün haklara sahip olmaları için kadınlarla çalışma yapan kadın merkezleri kurdular. Avukatlar “töre cinayetleri”ni önlemek ve sona erdirmek için kampanyalar yaptılar ve yasaların korumasına ihtiyaç duyan kadınların davalarını üstlendiler. Aile şiddeti riski altında olan kadınlara kadın sığınakları da sağladılar. Kadın hakları örgütleri kadınlara haklarıyla ilgili bilgi vermekte ve kendilerine güvenlerinin artması ve kendileriyle ilgili olumlu düşünmesi için eğitim programları düzenlemekteler. Ne var ki, aile içi şiddet failleri de tehditlerini kadın haklarını ve seçimlerinin korumak için çalışan aktivistlere kadar yaydılar.

Kadın gruplarının aile içi şiddeti yok etmek için mücadele verirken karşılaştığı en büyük zorluklardan biri de toplum içindeki tepkilerdir. Tıpkı şiddete maruz kalan kadınları savunan kadın avukatlar gibi aktivistler de tehdit edilmektedir. Kadınların akrabaları onları, ailelerinden uzak durmaları konusunda uyarmaktadır.

KORUMA VE TAZMİN GÖREVİ

Uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve standartları, devletlerin kendi yargı yetkisine tabi bireylerin insan haklarını güvence altına almak için gereken yükümlülükleri tanımlar. Geçen onyıllar uluslararası toplumun, kadın hakları ihlallerini inceleme ve bunlara karşı mücadele etme taahhütlerinde önemli gelişmelere tanık oldu. 1993’te Birleşmiş Milletler’in sponsorluğunda Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansı, kadınlara yönelik şiddetin acil ve derhal ele alınması gereken bir insan hakları ihlali olduğunu ilan etti

Uluslararası hukuka göre, devletler devlet görevlilerinin ihlal yapmamasını sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca özel kişi veya grupların işlediği ihlalleri önlemeli ve cezalandırmalı; kurbanlar için uygun tazminat sağlamalıdır.

Türkiye kadın haklarının korunmasıyla ilgili bir dizi uluslararası sözleşmeyi onaylamıştır. Bunlardan biri de hakları ihlal edilen kadınlara, doğrudan uluslararası düzeyde giderim talebinde bulunma yolu sunan Kadın Hakları Sözleşmesi Ek İhtiyari Protokolüdür. Bu Protokol’e katılarak Türkiye, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’ni (CEDAW), Sözleşme ile koruma altına alınmış haklarının ihlal edildiğini iddia eden birey ve grupların şikayetlerini ele almakla yetkili kılmıştır.

Türkiye’de toplumun bir çok düzeyinde ev içi şiddete karşı yasalar çıkartmaya çalışan kadın hareketinin uzun süreli çabaları, CEDAW ile Türk yetkilileri arasında kurulan diyalogla daha da artmıştır.

Özellikle de Türkiye’de 1998’de yürürlüğe giren Ailenin Korunmasına Dair Kanun, ev içi şiddete karşı ileri bir mevzuattır. Ne var ki, mevzuattaki boşlukların giderilmesi için gene de bazı küçük değişiklikler gerekmektedir ve Uluslararası Af Örgütü’nün temel endişesi, bu yasanın uygun şekilde uygulanmamasına ilişkindir.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ÖNLENMESİ

Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye: Aile içi şiddete karşı mücadelede kadınlar raporu bir dizi tavsiyeyle sona ermektedir. Uluslararası topluluk, Türkiye hükümeti, topluluk ve dini liderlere kadınlara yönelik şiddeti ortadan kaldırma konusundaki bağlılığını açıkça ve her fırsatta ilan etmeye çağırmaktadır.

 

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet sohbet