“ Manduhai ”
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Meltem
Çalıkoğlu, Moğolistan’a giden eğitim gönüllülerinin bir kısım
hatıralarını bir araya getirecek roman sürükleyiciliğinde ibret ve
bilgi verici bir eser yazdı.
“Manduhai,” Türk Koleji’ni birincilikle kazanan bir kız… Ama kendisini
köyden gelmiş arkadaşlarından farklı gören, kendileriyle ilgilenen
belletmen güleç yüzlü ablaları için bile bunlarda nereden çıktı, der
gibi tavır takınan birisi.
Manduhai, ilk zamanlarda bir gün yurtta uyuyup kalmıştı, Gül isimli
belletmen “Manduhai, iyi misin canım? Arkadaşların etütte… Seni
göremeyince merak ettim.” dedi. O ise “İyiyim, bir şeyim yok.” diyerek
kalktı ve “Neden merak ettiniz. Benim annem değilsiniz siz, az sonra
inerim ben etüde.” diye cevap verdi. Gül gidince de “Bekle belki
gelirim.” diyerek CD çalarını aldı, kulağına taktı ve yatağına uzandı.
Bir akşam Manduhai hastalanmış ve ateşler içindeydi. Bunu fark eden
Gül, sabaha kadar ilaçlar vererek ve ılık suda ıslattığı küçük havluyu
alnına koyarak, başında bekledi. Ara sıra sayıklayan Manduhai’nin
yanına gelen arkadaşı Battuya “Görüyorum ki, daha iyisin Gül abla bütün
gece yanındaydı. Ne kadar şanslıyız değil mi? Annemiz yanımızda değil
ama bir melek bizimle…” dedi. Manduhai çok şaşırmış ve duygulanmıştı.
Manduhai’nin annesi Tsesge Hanım olanları öğrenince ertesi günün
akşamı, pahalı bir kaşmir battaniye ile Gül’ün ziyaretine geldi. Gülün
odasının soğuk olduğunu ve onun gayet ince bir battaniye ile ısınmaya
çalıştığını önceden fark etmişti. Gül’e “Sen hastalanırsan kızım bu
gurbette sana kim bakacak? Annen sayılırım bunu kabul et!” diyerek
takdim etti.
Manduhai bir ara bir hayal kırıklığına uğramış ve kısa süreli bir
bunalım geçirmiş hatta odasını kilitleyip kimseyi içeri almamıştı. O
zaman Gül ablası ona teselli edici en güzel sözleri söyledi ve sonra da
“Hem sen, kimin ismini taşıyorsun hiç düşündün mü? Manduhai… Kimdir
Manduhai? Kraliçe Manduhai, eşi Manduul Han ölünce, ağlayıp sızlanarak
bir köşeye çekilmemiş, aksine ülke idaresini ele almış. Moğol tarihinin
ilk ve tek kraliçesi olmuş. Hatta ikiz çocuklarına hâmileliği
sırasında, patlak vermiş bir savaşa bizzat katılarak kazanmasını
bilmiş. Şimdi en zor anlarda bile yılmadan olayların üzerine gitme
cesaretini gösteren böyle bir kraliçenin adını taşırken sen nasıl olur
bu kadar kolay yılgınlık gösterirsin?” dedi.
Türkiye gezisi söz konusu olunca bir öğrenci “Merak edilecek neyi
varmış Türkiye’nin? Hem bunlar neden bizim ülkemizdeler? Kesin başka
bir planları olmalı” diye bir söz atınca birden Manduhai, “Ne gibi
planları olabilir ki? Öğretmenlerimizin evlerini gördük; sadelikten
başka neleri var? Sevdikleri ülkelerine, anne-babalarının yanına iki-üç
senede bir gidebiliyorlar… Bildikleri her şeyi bize öğretmek için
gayret ediyorlar. Şu belletmen Gül ablamızın bizi sevmekten, bize anne
şefkati göstermekten başka ne kusuru var? Bir insan yıllarca rol
yapabilir mi?” diyerek çıkıştı.
Manduhai okulu bitirince, Bulgaristan’daki Amerikan Üniversitesi’nde
burslu okuma imtihanını kazandı. 18 ay sonra Gül ablasına bir mektup
yazdı:
“Canım ablacığım, seni ne çok özledim bilemezsin. Oda arkadaşım Julia
çok iyi bir kız. Ona sizlerden o kadar çok bahsediyorum ki, görmediği
halde sizleri çok iyi tanır hale geldi. İlk ders günümdü, kendi halinde
sohbet eden ayrı ayrı ülkelerden öğrenciler gördüm. Farkında olmadan
Türkçe ‘Merhaba’ dedim. Onlar da gülerek bana ‘Merhaba’ dediler. Meğer
kendi ülkelerindeki Türk kolejlerinden mezun olmuşlar. Ders hocam
Profesör Andrea Türkiye’ye gittik. Hayallerim gerçek oldu. İstanbul’da
farklı bir sesle irkildim. Hem yükseklerden, hem de hücrelerimden
geliyor gibiydi bu ses. Çevremden bunun ezan sesi olduğunu öğrendim.
Ben hayatımda bu kadar tesirli bir nağmeyi ilk defa duyuyordum.
İstanbul’a geleli yarım gün olmuştu ama beni büyülemeye yetmişti!..”
diyordu.