Cevap: Erdoğan: Kürtler asli unsur !
24 Temmuz 1923'de imzalanan Lozan Antlaşması Cumhuriyet döneminde Kürtler için bir dönüm noktasıdır. Bu antlaşma ile Rumlara ve Ermenilere azınlık hakları sağlanmış, ancak Müslüman azınlık olarak 'Türklük formu' içinde değerlendirilen Kürtlere Sevr'de tanınan ulusal haklardan vazgeçilmiştir.
Böylelikle Meclis-i Mebusan'dan beri sorgulanan 'Osmanlılık/Türklük' formu tartışmaları son bulmuş ve Türk milliyetçiliğine dayalı üniter devlet yapılanmasının tamamlandığı yeni bir dönem başlamıştır.
Lozan'da gerek müttefik devletler ve gerekse Türk delegasyonu çifte standartçı tutum takındılar. Müttefikler ve özellikle onlar adına etkin bir rol oynayan İngilizler, Irak'ta Araplara dayalı bir 'manda hükümeti' kurduktan sonra Kürtleri dışlamışlar ve Lozan görüşmelerinde de Kürtlerin azınlık konumlarını görmezden gelmişlerdi.
Kemalist hükümet ise, Batı Trakya'yı, Hatay'ı ve Musul'u sorun yaparak Türk ve Türkmen azınlıkları sahiplenmesine karşın, Kürtleri Müslüman azınlık kavramı içinde varsayarak sadece Müslüman olmayan azınlıkların haklarını kabul etmişti.
Lozan'daki Türk delegasyonundan Trabzon Milletvekili Hasan Bey'in Meclis'te yaptığı konuşma Kemalistlerin soruna yaklaşımını net bir şekilde açıklamıştı. Lozan görüşmelerinin yapıldığı Meclis'in gizli oturumunda Hasan Bey şunları söylemişti:
'Azınlıklar hukuku itibariyle gerek İtilaf Devletleri'nin hukuku ve gerekse tarafsız devletlerin aynı hukukunu bizim de kabul edeceğimiz Misak-ı Milli'mizde mevcuttur. Fakat son zamanda bir mesele hasıl oldu. O da azınlıklar neye nazaran, diğer memleketlerde kabul edilen azınlıklar yalnız dini azınlıklar değil, ırki, lisani azınlıklar, bilhassa diğer memleketlerde azınlık ırki, lisani, haklardan birini teşkil ediyor. Biz dedik ki, azınlık denince münhasıran bir nevi azınlık vardır. O da Müslüman olmayan azınlıklardır. Müslüman olan azınlıklar bütün Türkiye'de mevcut değildir. Azınlık denildiği zaman akla Müslüman olmayanlar gelir. Irki azınlık, lisani azınlık bizde mevcut değildir. Nitekim Misak-ı Milli'de de bu maddeyi yazarken bundan anladığımız mana, tarihi anladığımız manadır. Müslüman olmayan azınlıkları kasdetmişizdir. Hiçbir vakit ırki, lisani azınlık mevzubahis değildir...'
Hasan Bey'in bu tespitleri Erzurum ve Sivas kongrelerinden beri Kemalist harekete egemen olan anlayışı yansıtıyordu. Zira Misak-ı Milli ile bu sorun daha önceden çözümlenmiş sayılıyordu. Konuşmasında Hasan Bey'in de gönderme yaptığı Misak-ı Milli' kararının birinci maddesinin 2. fıkrası şöyleydi:
'Mondros Mütarekesi çizgisi içinde din, soy ve amaç birliği bakımlarından birbirine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı-İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü, ister bir eylem, ister bir hükümet olsun, hiçbir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür.'
Sivas Kongresi'nde göz önünde bulundurulan temel olgulardan biri Mondros Mütarekesi'nin çizdiği sınırların tanınması, diğeri de ABD Başkanı W. Wilson'un 14 İlkesi'nin Türkiye ile ilgili 12. maddesinin önkabulüydü.
12. madde, 'Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan bölümlerinin sağlam egemenliği sürdürülmeli, buna karşılık, bugün Türk yönetimindeki öbür ulusal toplulukların, kuşku götürmeyen biçimde yaşam güvenliği ve özerkliği içinde gelişmesi sağlanmalıdır' diyordu.
Ancak bu maddenin ikinci tümcesi görmezden gelinmiş ve Kemalist hareketin günümüze kadar devam eden Türk milliyetçiliğine dayalı egemen ulus ve devlet refleksi ile Kürt ulusal kimliği yok sayılmıştı.
Kemalist hareketin temel referans belgesi olan Misak-ı Milli kararları ile Mondros Ateşkesi ve onun belirlediği yeni sınırlar kabul edilmişti. Bu nedenle M. Kemal 'Türklerin yaşadıkları her yer Misak-ı Milli hudutları içindedir' demiştir.
Kürt sorununun demokratik ve siyasal çözümünün bütün boyutlarıyla tartışıldığı günümüzde bu tarihsel olguları bir kez daha hatırlamakta yarar var. |