Küçük çıplak ayakları vardı sevgimin.
Çimlere basmayı, denizin tuzunu hissetmeyi severdi çıplak ayaklarında.
Ufak, kırılgan elleri vardı sevgimin.
Dokunmayı, hissetmeyi severdi duygulara ve yüzü hep güneşe bakardı.
Benim sevgim arsızdı.
Küçük bir çocuğun oyuncak ya da dondurma hırsı gibi sevgi arsızıydı.
Ne kadar alırsa o kadar verirdi…
Birgün kırıldı ! Küçük ayakları üşüdü, elleri dokunmaz.
Yüzünü gölgeye çevirdi.. almadan vermişti ve hiç geri dönmemişti verdiği…
Hep düşünmüş, düşünmüştü “nerede hata yaptım” diye.
Karşılığı olmamalıydı sevginin…
Tabi ki olmamalıydı !
Sevgi bu;
Paylaşmalıydı ama bir de,
“SEN ELMAYI SEVİYORSUN DİYE, ELMANIN DA SENİ SEVMEZİ GEREKMEZ” diye de düşünüyordu,
Belki de burada hata yapmıştı.
Ve küçük elleri Allah’ı aradı.
Dokunamıyordu ama “O”nu çok seviyordu.
“O” olmasa, bu elleri olur muydu?
Ona dokunmaktansa hissetmek daha iyiydi ama, sevgi dünyada çok maddeseldi ve dokunmadan asla hissedilemezdi.
Sevgimin küçük beyni karışmış, algılayamıyordu..
Peki, ne yapmalıydı?
Ne yapmalıydı da daha az acımalıydı canı?
Düşünüyordu, zaten kırıldığından beri hep düşünüyordu !..
Sevgimin elleri karar verdi. Yine dokunacak, yine hissedecekti.
Anlamasına gerek yoktu. Sevgi verdikçe çoğalırdı.
Sevgimin ayakları yine çıplak ve haşarıydı.
Toprak, çimen, deniz.. nereye basarsa onun coşkusunu hissediyordu ve sevgimin yüzü hep sana bakıyordu.
Güneşten sonra sadece sana..